KARİYER VAMPİRLERİ
Yıllarca özellikle iş hayatında çok yorum yapmayan,etliye-sütlüye karışmayan, konuşmadan önce en az iki kere düşünüp öyle düşüncelerini zikretmeye çalışan biri olmuşumdur. Şu an neden bu kadar fütursuzca, gayet rahat yorum yapıp, yazabildiğimi bilmiyorum. Sanırım dolan bardaklarımdan bir tanesi artık taştı. Ve artık içimde birikenleri paylaşmam gerektiği inancını tüm kalbimle hissediyorum. Yıllar evvel (sanki çok yaşlıymışım gibi) pek değerli patroniçelerimden biri (iş hayatında ezik dönemlerim)
Özleyiş: Sen aslında her patronun istediği tipte bir çalışansın. Hiçbir şeye itiraz etmeyen, vur tokatı al ekmeği.. Aslında kastettiği oydu. :) Doğruydu. Kimseyle kötü olmamak adına susan. Toplantılarda fazla yorum yapmayan. Dedikoduya karışmayan. Kimse için art niyet, ayak kaydırma vss niyeti beslemeyen, iş arkadaşlarıyla konuşurken üslubuna dikkat eden... O dönemlerde ekip arkadaşlarım birbirlerine; ''Lan, ulan, saf ne olacak vb..'' şeklinde hitap edip seslerini yükseltirlerdi. Sevmedikleri biri varsa ve yeniyse ''sakın ona yardım etmeyin'' derlerdi. Tabiri caizse kapalı kapılar ardında iş yeri değil altın gününe toplanmış, kısır yiyip dedikodu yapan bir grup menopozlu kadın ortamıydı. Devlet dairesi zihniyetiyle en az 8-10 sene çalışıp bir yere gelememiş bir avuç beyaz yakalı topluluğu. Kimisi ispiyoncudur bunların, kimisi çirkef (aman kavga edeyim demeyin herkesi organize edip yapayalnız bırakırlar, öyle tanık olduğum biri vardı) Gerçi zamanla sizi de kendilerine benzetmeye başlıyorlar. Ya onlara benzeyeceksiniz ya da çemberin dışında kalacaksınız. Ya da köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyeceksiniz. Demezseniz de zaten dedirtiyorlar hiç merak etmeyin. Beyaz yaka dünyasıyla ilgili bir kısım deneyimlerimi paylaşmak istedim. Çünkü bu garip, samimiyetsiz dünyaya yeni başlayacak veya başlamış olan genç arkadaşlarım var. Özellikle birkaçının sosyal medya platformlarında iş ortamlarında ilk kez karşılaştıkları zor durumlarla ilgili destek isteyen mesajları gayri ihtiyari gözüme ilişti ve kayıtsız kalamadım. Belki yazılarımın bir nebze olsun yardımı olur. Kim bilir bu sahte dünyada yalnız olmadıklarının farkına varıp, biraz güç bulurlar. Çünkü içimdeki Polyanna tinere başladı ve kendime suç ortakları arıyorum.
Peki onu bunu bırak da işyerinde personel neden mutsuz olur? Bunu söyle dediğinizi işitir gibiyim. Bunun analizini, araştırmasını yapan çok sayıda kariyer uzmanı mevcut. Lakin ben kendi yaşadıklarımı da ekleyerek olaya biraz daha farklı bir boyut katmak istiyorum. Mutsuz olurlar çünkü yetki/terfi yani kariyerde ilerleme imkanı yoktur. Siz satış hedeflerinizi gerçekleştirip ekip birincisi de olsanız, amuda da kalksanız ilerlemeniz imkansızdır. Zaten etrafınıza baktığınızda göreceksiniz. Benim dönemimde takım liderimiz 10. senesinde lider olabilmişti. Buradan durumun vehametini siz anlayın. Sizden daha başarısız personellerin size emir verip işinize karışabilecek derecede şımartılmaları. Ya müdürün tanıdıklarıdır. Ya torpille işe başlamışlardır. Ya da başka nedenlerle (satış yapamadığı için sizin satışınızın ona yazılması çünkü kendisi onu işe aldırmıştır ve üst yönetime benim aldığım eleman başarısız demesinler diye vs..) kayrılmaları neticesinde sizin gibi başarılı personelleri kaybederler. Can hıraş, pılınızı pırtınızı toplayıp yangından kaçar gibi ortamı terkedersiniz.
Bir de personelin fikirlerinin önemsenmemesi durumu var. Toplantıda herkes gibi fikrinizi söylemeye çalıştığınızda; lafınız sert ve ani bir refleksle ağzınıza tıkılır, susturulursunuz. Bu gibi durumda elimdeki kurşun kalemi nasıl sıktıysam ortadan çatlamıştı. Tabi Türk filmlerindeki üvey anneler gibi diğer sevdiği-desteklediği personelleri aksine destekleyip, zorla konuşturmaya ve öne çıkarmaya çalışmaları da cabası...Şu külkedisi masalları durduk yere yazılmıyor. Üvey anne ve kötü kız kardeşler :) Profesyonel dünya bu durumlara şu an ''mobbing'' diyor. Ben o zamanlar sadece kendi kendine ağlayıp, kabuğuma çekilirdim ya da en sonunda dayanamayıp istifayı basıp olay mahallini terkederdim. Bu isyankarlık kolay elde edilmiyor. Genç arkadaşlarım: Malesef ki iş hayatı bir avuç filin çimenleri acımasızca ezdiği, senaristin çok da mutlu son yazmadığı bir film gibidir. Size tavsiyem bu filmde uzun metraj oynayabilmeniz. Dikkatinizi çektiyse ''oynayabilmeniz'' dedim. Çünkü bu dünyada duygulara fazla malesef ki yer yok. Bir anlamda psikolojik bir savaşın içinde olacaksınız uzun yıllar boyunca. İşler birkaç ayda kolayca öğreniliyor. Zor olan taraf ''insan yönetimi'' yani sinirlerinizin çelik gibi olabilmesinde yatıyor...
Öyle anlar vardır ki sırf kendi egolarının sarsılması nedeniyle izzeti nefsinizle, gururunuzla bile oynamaya kalkarlar. Sırf çok saygıdeğer patronunuzu övüp onun değerli olduğunu hissettirmediğiniz için. Çok bilirim toy zamanlarımda patronumun bana niye sormuyorsun, benden öğrenmiyorsun diye triplerini, tuhaf gücenmelerini... Halbuki patrona oryantasyon sürecinde onca önemli işinin arasında gidilip rahatsız edilir mi diye düşündüğünüzü onu önemseyip saygı duyduğunuzu bilmezler. Aksine ona ben arkadaşlarımdan öğrendim derseniz kaplan gibi kükreyip ağır laflarıyla odada üstünüze bile yürümeleri mümkündür demedi demeyin. Hangi mertebeye gelirlerse gelsinler patronların da egoları olabiliyor. Poh pohlanmak isteyebiliyorlar. (Yalakalar bu nedenle hızla yükselirler) dipnot.
Kimi zaman da ayrımcılıklarla karşılaşacaksınız. Neden diye lütfen sormayın. Bazen gözünüzün üstünde kaşınız olduğu için bile olabilir. Abartmıyorum. Eğer çok başarılıysanız ki genelde bu yüzden olur. Ya bir gün onların yerine geçersiniz korkusu vs... Birçok neden olabilir. Kimi zaman mesai arkadaşlarınızın -sizden daha deneyimliyse- şantajlarıyla karşılaşmanız da muhtemel. Rakipsinizdir. Beraber sahada bir müşteriye gitmiştik. Müşteri benden iyi elektrik aldığı için sunumu benim yapmamı istemişti. Sırf adam benimle muatap olmasın diye beni zorla susturmaya çalışmıştı. Ofise gelince de müdüre benim ne kadar başarılı sunum yaptığımı söyleyeceksin. Yoksa oryantasyon sürecindesin. Seni şikayet edip kötülerim demişti. Korku filmi gibi... Elimizdeki tüm sunum materyallerini de bana taşıttırıyordu. Söylememe gerek yok sanırım. :)) Kimi zaman da hasta olup öksürmekten konuşamazken ki (telefonda iş yapan biriyim) doktora zar zor gitmeye izin alabilip tekrar ofise dönmek zorunda bırakılmıştım. Gelirken de yollarda kusarak...Buna karşın evi boyandığı için diğer mesai aradaşıma izin verildiğimi söylemiş miydim?
Aslında yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki... Yakın çevremden bizzat gördüm. Her gün eve ağlayarak gelen yakınlarımı. Abartmıyorum her allahın günü istisnasız eve ağlayarak geliyordu. Diğer arkadaşım koskoca beş senesini mobbinglerle geçirip artık hastalanma aşamasına gelmişti. Size bu gibi durumları çekin demiyorum. Ama sabırlı olup, direnmeniz bu kısım çok önemli -işinizde başarılı olmanız- eninde sonunda sizin kazanmanızla sonuçlanıyor. Ne kadar başarılı olursanız o kadar güçlü olacak ve eninde sonunda köprüyü geçtikten sonra sizi ezen iş arkadaşlarınızdan rövanşınızı alacaksınız. Birçoğumuz haksızlıkla karşılaşıyor ve koca koca lokmaları yutabiliyor. Ve eminim ki herkes bir gün kalbinin temizliğine göre ekmeğini öyle ya da böyle yiyiyor. Bana güvenin ;)
Sessizligi gevezelerden, hosgoruyu hosgorusuzlerden ve sefkatli olmayi kati kalpli merhametsizlerden ogrendim der Halil Cibran. Ve fisildar ardindan: "Ne tuhaf ki hicbir minnet duymuyorum bu ogretmenlere."
Bu arada hikayenin sonunu merak edenler icin: Saat 12 de araba bal kabagina donusup ayakkabimi tabiki merdivende dusurmedim. Fakat hikayenin kotu karakterlerinin istisnasiz hepsinin ellerine esyalarinin tutusturulup gonderilmisligini buyuk bir hazla izledim. Dostlar eden eninde sonunda buluyor. Benim hikayem mutlu sonla bittiyse sizinki de bitebilir.
Sevgiyle...
Aslında yazılacak, söylenecek o kadar çok şey var ki... Yakın çevremden bizzat gördüm. Her gün eve ağlayarak gelen yakınlarımı. Abartmıyorum her allahın günü istisnasız eve ağlayarak geliyordu. Diğer arkadaşım koskoca beş senesini mobbinglerle geçirip artık hastalanma aşamasına gelmişti. Size bu gibi durumları çekin demiyorum. Ama sabırlı olup, direnmeniz bu kısım çok önemli -işinizde başarılı olmanız- eninde sonunda sizin kazanmanızla sonuçlanıyor. Ne kadar başarılı olursanız o kadar güçlü olacak ve eninde sonunda köprüyü geçtikten sonra sizi ezen iş arkadaşlarınızdan rövanşınızı alacaksınız. Birçoğumuz haksızlıkla karşılaşıyor ve koca koca lokmaları yutabiliyor. Ve eminim ki herkes bir gün kalbinin temizliğine göre ekmeğini öyle ya da böyle yiyiyor. Bana güvenin ;)
Sessizligi gevezelerden, hosgoruyu hosgorusuzlerden ve sefkatli olmayi kati kalpli merhametsizlerden ogrendim der Halil Cibran. Ve fisildar ardindan: "Ne tuhaf ki hicbir minnet duymuyorum bu ogretmenlere."
Bu arada hikayenin sonunu merak edenler icin: Saat 12 de araba bal kabagina donusup ayakkabimi tabiki merdivende dusurmedim. Fakat hikayenin kotu karakterlerinin istisnasiz hepsinin ellerine esyalarinin tutusturulup gonderilmisligini buyuk bir hazla izledim. Dostlar eden eninde sonunda buluyor. Benim hikayem mutlu sonla bittiyse sizinki de bitebilir.
Sevgiyle...