ACILARIN ÇOCUĞUYUM
Ekmeğin aslanın ağzında olmasını bırakın midesinde olduğu
bir ekonominin içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan zavallı beyazyakalı
için hayat sadece senaryosu kötü yazılmış bir korku filminden ibarettir.
Yabancı filmlerdeki bir grup gencin ne hikmetse hep ormanda kaybolduğu ve yolun
sonunda da ne hikmetse hep boş bir klübede geceyi geçirmeleri kadar sıkıcı bir
dünyadır iş dünyası…
Maskeli, elinde testeresi olan sapık , bizim zavallı şımarık
ergenleri kovalar da kovalar… Sevgili olan Benjamin ile Jessica bizim sapık
testerelinin ilk kurbanları olacağının ne yazık ki farkında bile değildir.
Şayet bu katilin elinden kurtulabilirlerse ileride kurumsal dünyada adına CEO,
Satış Direktörü, İş Geliştirme Direktörü vs.. uzatabileceğimiz havalı
kartvizitlere sahip patronlarının saldırılarına maruz kalacaklardır. Büyük
balığın her daim küçük balığı yediği bir ‘’ekosistem’’ (bu kelime
beyazyakalılar arasında çok havalıdır bolca kullanın) de hayatta kalmanız için
birtakım kuralları ve kurallara uygun mizaca sahip olmanız gerekmektedir.
Gelelim esas hepimiz için önemli olan noktaya: Sapık, pardon
patron tiplerine…Hepimizin hayal gücüne göre bunları sayısız kategoriye
ayırabiliriz. Eminim ki çoğumuzda bu potansiyel var. Lakin ortak noktada
buluşabileceğimiz bir tip var ki bundan bahsetmezsem orta yerimden çatlarım. ‘’Makasçı’’
ya da daha çok ben ‘’fındıkçı’’ demekten hoşlanıyorum. Yanaklarında bir avuç
fındık varmışçasına tıknaz, boğuk bir konuşma şekilleri vardır. Ne dediklerini
kendileri bile anlamaz. Krizden çıkışlarını, girişimciliklerinde bilmem kaçıncı
yılında halen sektörde nasıl hayatta kalabildiklerini şirketten çıkardıkları
personele bağlarlar. 20 kişi yerine 9 kişiyle de 1 milyon ciro yapılabileceğini
savunurlar gevrek gevrek… Bu firmalar çoğu kez batma eşiğine gelir. Gemi
batarken de gemiyi ilk terkeden fareler, pardon bu tip patronlar olur. İşten
çıktıktan sonra da ‘’ben onları uyarmıştım’’ derler. Çoğu kez bu işletmeler
maaşları geç öder. Ve ne tuhaftır ki aylarca maaş ödenmemesine karşın bazı
personel iş yerini terketmez. Evliyim çoluğum çocuğum var der. Kardeşim zaten
para alamıyorsun çocuğun çıkmasan da aç bu neyin kafası? Diye sormak istersiniz
ama kendinizi frenlersiniz. Buna Stockholm Sendromu deniliyor sanırım. Hani zamanla
katiline aşık olan insanlar vardır ya aynı onun gibi bir durumdur bu. Kadın
sevgilinin tartaklamasına, psikolojik şiddet göstermesini normal bulur. Hatta
tartaklamasının kıskançlıktan kaynaklandığını, hatta çok sevmesinden dolayı bu
şiddeti gösterdiğini övünerek anlatacak kadar şuurunu kaybetmiştir.
(BKNZ:STOCKHOLM
SENDROMU)
Maaşların düzensiz, geç ödendiği yerde kalmak aklını
peynir-ekmekle yemekle eşdeğerdir. Bir
de çoğu kez durum şu şekilde cereyan eder: Tüm personeli toplayıp, şirketin
küçülme kararı aldığını ilan ederler. Çoğu kişinin çıkarılacağını… İşte
finansal durumları hiç iyi olmadığından dert yanarlar. Sonra bir bakarsınız ki
durumların kötü oladuğundan dert yanan makasçı müdürlerin altlarında jipler,
sevgilileriyle gittikleri 5 yıldızlı oteller, hastasonu gezileri, lüks
otellerde yaptıkları brunchlar… Bu nasıl finansal kötüye gidiş dersiniz.
Müdürlerin bu gibi bir durum karşısında hayatlarında hiçbir değişiklik yok.
Kendi hayatlarına hiçbir çeki düzen getirme hali yok… Bu gibi yerlerde hiçbir
zaman durmamanız emin olun ki uzun vadede sizin hayrınıza olacak. Şirketini
yönetemeyen, hesabını, kitabını yapamayan tutarsız zihniyetlerin yönetmeye
çalıştığı yerlerin sonu batmaktır. Mutsuz bir işte ve ruhsuz insanlardan oluşan
bir yerde yaşamak veya çalışmak seni sen olmaktan çıkaracaktır dostum. Yanlış
yapıyorsun….
İş dünyasının dengesizliklerine dair ‘’yuvarlanmış’’
cümleler değil gerçeklerini dürüstçe okuyabileceğin bir kitap önerisi istersen
zira ben çok faydalandım.
‘’Hakan Yel’’in ‘’
TÖRKİŞ BİZNIS SITAYL ‘ını okumalısın…