16 Ocak 2020 Perşembe

ACILARIN ÇOCUĞUYUM



ACILARIN ÇOCUĞUYUM

Ekmeğin aslanın ağzında olmasını bırakın midesinde olduğu bir ekonominin içerisinde kendisine yer edinmeye çalışan zavallı beyazyakalı için hayat sadece senaryosu kötü yazılmış bir korku filminden ibarettir. Yabancı filmlerdeki bir grup gencin ne hikmetse hep ormanda kaybolduğu ve yolun sonunda da ne hikmetse hep boş bir klübede geceyi geçirmeleri kadar sıkıcı bir dünyadır iş dünyası…
Maskeli, elinde testeresi olan sapık , bizim zavallı şımarık ergenleri kovalar da kovalar… Sevgili olan Benjamin ile Jessica bizim sapık testerelinin ilk kurbanları olacağının ne yazık ki farkında bile değildir. Şayet bu katilin elinden kurtulabilirlerse ileride kurumsal dünyada adına CEO, Satış Direktörü, İş Geliştirme Direktörü vs.. uzatabileceğimiz havalı kartvizitlere sahip patronlarının saldırılarına maruz kalacaklardır. Büyük balığın her daim küçük balığı yediği bir ‘’ekosistem’’ (bu kelime beyazyakalılar arasında çok havalıdır bolca kullanın) de hayatta kalmanız için birtakım kuralları ve kurallara uygun mizaca sahip olmanız gerekmektedir.
Gelelim esas hepimiz için önemli olan noktaya: Sapık, pardon patron tiplerine…Hepimizin hayal gücüne göre bunları sayısız kategoriye ayırabiliriz. Eminim ki çoğumuzda bu potansiyel var. Lakin ortak noktada buluşabileceğimiz bir tip var ki bundan bahsetmezsem orta yerimden çatlarım. ‘’Makasçı’’ ya da daha çok ben ‘’fındıkçı’’ demekten hoşlanıyorum. Yanaklarında bir avuç fındık varmışçasına tıknaz, boğuk bir konuşma şekilleri vardır. Ne dediklerini kendileri bile anlamaz. Krizden çıkışlarını, girişimciliklerinde bilmem kaçıncı yılında halen sektörde nasıl hayatta kalabildiklerini şirketten çıkardıkları personele bağlarlar. 20 kişi yerine 9 kişiyle de 1 milyon ciro yapılabileceğini savunurlar gevrek gevrek… Bu firmalar çoğu kez batma eşiğine gelir. Gemi batarken de gemiyi ilk terkeden fareler, pardon bu tip patronlar olur. İşten çıktıktan sonra da ‘’ben onları uyarmıştım’’ derler. Çoğu kez bu işletmeler maaşları geç öder. Ve ne tuhaftır ki aylarca maaş ödenmemesine karşın bazı personel iş yerini terketmez. Evliyim çoluğum çocuğum var der. Kardeşim zaten para alamıyorsun çocuğun çıkmasan da aç bu neyin kafası? Diye sormak istersiniz ama kendinizi frenlersiniz. Buna Stockholm Sendromu deniliyor sanırım. Hani zamanla katiline aşık olan insanlar vardır ya aynı onun gibi bir durumdur bu. Kadın sevgilinin tartaklamasına, psikolojik şiddet göstermesini normal bulur. Hatta tartaklamasının kıskançlıktan kaynaklandığını, hatta çok sevmesinden dolayı bu şiddeti gösterdiğini övünerek anlatacak kadar şuurunu kaybetmiştir.
(BKNZ:STOCKHOLM SENDROMU)

Maaşların düzensiz, geç ödendiği yerde kalmak aklını peynir-ekmekle yemekle eşdeğerdir.  Bir de çoğu kez durum şu şekilde cereyan eder: Tüm personeli toplayıp, şirketin küçülme kararı aldığını ilan ederler. Çoğu kişinin çıkarılacağını… İşte finansal durumları hiç iyi olmadığından dert yanarlar. Sonra bir bakarsınız ki durumların kötü oladuğundan dert yanan makasçı müdürlerin altlarında jipler, sevgilileriyle gittikleri 5 yıldızlı oteller, hastasonu gezileri, lüks otellerde yaptıkları brunchlar… Bu nasıl finansal kötüye gidiş dersiniz. Müdürlerin bu gibi bir durum karşısında hayatlarında hiçbir değişiklik yok. Kendi hayatlarına hiçbir çeki düzen getirme hali yok… Bu gibi yerlerde hiçbir zaman durmamanız emin olun ki uzun vadede sizin hayrınıza olacak. Şirketini yönetemeyen, hesabını, kitabını yapamayan tutarsız zihniyetlerin yönetmeye çalıştığı yerlerin sonu batmaktır. Mutsuz bir işte ve ruhsuz insanlardan oluşan bir yerde yaşamak veya çalışmak seni sen olmaktan çıkaracaktır dostum. Yanlış yapıyorsun….
İş dünyasının dengesizliklerine dair ‘’yuvarlanmış’’ cümleler değil gerçeklerini dürüstçe okuyabileceğin bir kitap önerisi istersen zira ben çok faydalandım.
 ‘’Hakan Yel’’in ‘’ TÖRKİŞ BİZNIS SITAYL ‘ını okumalısın…