20 Ekim 2018 Cumartesi

BEN ADAMI GÖZÜNDEN TANIRIM

  Şu fani dünyada yaptığınız en büyük saçmalık nedir diye sorulsa şüphesiz vereceğim onlarca cevap içerisinde birinciliği insanları ''etiketleme'' hastalığıma verirdim. Bu barkodlama durumunu emin olun sadece ben yaşamıyorum. Suça ortaklarım bi hayli fazla. Gözlüklüdür, sınıfta en öne oturur. Hemen kesin çok çalışkandır yakıştırmasını hiçbir icraatini görmeden yapıveririz. Ya da tam tersi rahat, gözlüksüz, hatta biraz da kokoştur. Cebimizden ''lakayıt'' etiketini yapıştırırız. Hem güzel hem de iyi eğitimli bir kadındır. Deriz ki; yok canım yönetici falan değildir. I ıh, olamaz! Ancak ve ancak iyi bir satış temsilcisi olabilir. Ben biliyorum. O kesin bir satış temsilcisi. Gözünden anlamıştım zaten.

Her insan içinde gizli hazineler barındırır. Bu hazineleri ortaya çıkarmak için empati dediğimiz durumu geliştirmemiz gerekiyor. İnsan demek hikaye demektir. Elif Şafak bir konuşmasında; Her bir hikaye dönen bir semazen gibidir der. Döndükçe etrafına çemberler çizer. İçimize döndükçe uzunca yıllar ne öyküler biriktirdiğimizi görürüz. Ben bunları ancak yazdıkça ete, kemiğe büründürebiliyorum. Yazdıkça eytrafıma daireler çizebiliyorum. Yazdıkça içimdeki zehiri akıtabiliyorum. Eğer bunu yapmazsam içine kurt kaçmış ağac gibi gün geçtikçe kuruduğumu, öldüğümü hissediyorum. Kişinin ölmesi  hayati fonksiyonlarının durmasıyla olmuyor. Bazen etrafınızda eğlence, eş, dost, arkadaş muhabbeti varken de kimi zaman da kuşların cıvıltılarıyla piknik yaparken de yaşamadığınızı anlayabiliyorsunuz. Fiziken oradasınızdır ama ruhunuz başka bir boyutta gezinti halindedir. Sanki başka bir gezegenden ve farklı bir ırktan dünyaya fırlatılmış bir canlı türü gibi hissedersiniz. Kendinizi bir kişinin yanında ötekileştirdiğiniz anda hızla orayı terkedin derim. Sevgilinizin yanında, arkadaşınız veya iş ortağınızın yanında kendinizi farklı hissetmeye başladığınız nokta oradan var gücünüzle kaçma vaktinizin geldiği demektir. Bu konuyu biraz açmak istiyorum: Bazı kişilikler duygularını göstermekte malesef ki cimridir. Aslında çok seviyordur sizi sadece gösteremiyordur. İnanmayın! Konuşmalarına farkındalıkla kulak kesilin. Kısa vadedeki gelecek hayallerinin içerisinde siz var mısınız? Yoksa hep ''ben'' li cümleler mi kuruyor?

Buluştuğunuzda sizin tercihlerinizi, fikirlerinizi önemsiyor mu? Yoksa yalnızca sizin düşüncelerinizi sorma tenezzülünde bulunmadan şu cafede yemek yiyelim. Akabinde de şu filme gideriz mi diyor? Yemek sipariş ederken sizin ne yemek istediğinizi önemsemeden kendi beğendiği yemeği mi sipariş ettirmeye çalışıyor? Bunlar önemsiz gibi görünen ama bence çok önemli ayrıntılar. Bir insanı belki tam anlamıyla çözmemizin imkanı yok. Lakin hakkında önemli ipuçları elde etmekte iyi örnekler olduğunu düşünüyorum. Kimileri de sadece enerjinizi tüketmek için yaratılmışlardır. Ben bu tipitoşlara ''enerji vampirleri'' diyorum. Tüm hayat amaçları yalnızca sizin enerjinizi tüketmektir. bununla beslenirler. Sadece tüketirler ama asla üretmezler. Yılbaşında şu klübe mi gitsek dersiniz: IIh! olmaz der. Burada yeni bir mekan açılmış bari yemek yesek dersiniz. Yok evde maç izleyip, uyuyacağım der. Otuz yaş bedenine sahip seksen yaş ruhu taşıyan erkekler tanıdım.


 Sizi yakın arkadaşlarıyla tanıştırıyor mu? kalabalık bir ortam da sizin de konuşmanızı teşvik edici hareketlerde bulunuyor mu yoksa geri planda olmanızı önemsemiyor mu? Çoğu evli erkeğin bir aile oturmasında eşinin iyi yemek yapamadığını ev sahibi kadının karısından daha lezzetli yiyecekler sunduğu için övgüler yağdırdığını duymuşumdur. Bunu da çok matah bir hareketmiş gibi gevrek gevrek gülüp, göbeğini kaşıyarak yapmıştır eminim. Yanındaki kadını ezerek, rencide ederek ne kadar çam devirdiğini anlayamaz. Kimileri de vardır ki özellikle arkadaş çevrenizde rastlamışsınızdır. Sizinle gezip tozarken çok iyidir. Ama yeni biririni bulduğunda sizi tek seferde harcayıverir.



 Hemcinslerim için hayat kurtarıcı diğer bir önemli gözlemlediğim şey ise; size tahammülü var mı? Yani onun hoşlanmadığı bir konsere, filme gittiğinizde sıkılıp, dırdır mı ediyor yoksa size ayak uydurup, sabırlı davranabiliyor mu? Alışveriş merkezinde bir mağazaya girdiğinizde oflayıp poflayıp pirelenmiş gibi huysuzlanıyor, gününüzü zehir ediyor mu? Kredinizin olması gerekir. Siz nasıl onun tercihlerine uyum sağlamaya çalışıyorsanız onun da aynı davranışı göstermesi gerekir. Yapmıyorsa üzerine sifonu çekin gitsin. Bir de Allah rızası için kimseyi hayatınızın merkezine koymayın. Evet sevin, sayın, değer verin. Ama merkezinize almayın. Şu fani dünyada sizden kıymetli hiçbir şey yok.
Her aradığında ulaşılabilir olmayın. Demek istediğim kapris yapın değil. Paspasın altındaki anahtar rolü takınmayın. Sizi her aradıklarında nasılsa oradadır ve beni bekler garantisini vermeyin. Arkadaşlarınızı, sosyal faaliyetlerinizi bir sevgili buldunuz diye köşeye fırlatıp, yok saymayın. Sevgili gider ama dostluklar bakidir. Unutmayın ki en güzel, çekici kadın kendine güveni olan kadındır. 


14 Ekim 2018 Pazar

BİR GARİP 90


   Kendimi bildim bileli hep tv'den nefret ettim. Halen nefret ediyorum. Bir iletişim fakültesi mezunu olarak kitle iletişim araçlarından nefret etmek birçoğunuz için garip karşılanabilir. Düşünsenize çanak antenlerin olduğu dönemleri görmüş ve Reha Muhtar gazeteciliğine şahit olup ve Saadettin Teksoy Programlarıyla devreleri yanmış biriyim ben. 

   90'lı yıllarda çocuk olmak okuldan gelip, Tv'de Hugo izlemek demekti. Programa bağlanıp telefon tuşlarına basarak oynadıkları hani şu garip program. Rosalinda izleyip Hizmetçi Asminyez'e üzülürdük. Haftasonları erkenden uyanıp Taş Devri, Jet Giller seyredip birbirimize anlatırdık.Gerçi ben onlardan da sıkılırdım ya bakmayın. Tuhaf bir çocuktum ben. Herkesin ayılıp bayılarak saatlerce karşısından kalkmadığı ekran başında en fazla yarım saat geçirebiliyordum. Şimdi ise tv açmıyorum dediğimde eminim ki birçoğu içinden dalga geçip inanmıyordur. Tabi canım sen hep belgesel izliyorsun en kaliteli şeyleri sen biliyorsun diye ağız burun büküyorlardır. O yıllarda hiçbirimiz henüz x,y,z kuşağı olarak sınıflandırılmamıştık. Enerjik olanlarımıza henüz 'hiperaktif' tanısı, ufak kardeşlerimize de '4 yaş sendromu' denilen adlandırmalar yapılmamıştı. Hiçbirimiz sendrom mendrom yaşamadık. Annemin söylediğine göre... 
Ä°lgili resim



    Üzüldüğümüzde, canımız yandığında bir-iki arkadaşımızla dertleşir hemen kendimize gelirdik. Dışarıda oyun oynar, hayaller kurardık. Sonra kötü kalpli cadı geldi ve zehirli elmasını hepimize birer birer yedirerek kurduğumuz hayalleri yıktı. Uzun yıllar uyanmamak üzere derin uykuya daldık.


 Uyuduk ve uyumaya devam ediyoruz. Çünkü bizler ürkek bir ceylan gibi yetiştik. Gündüz okulda kişisel sorunlarını el kadar çocuklardan çıkaran öğretmen müsvettelerinin hışmına uğrar, akşam evde Tv'de öldürülen gazeteci ve profesör haberlerini izlerdik. Hani arabasına bomba yerleştirilip aydınlarımızın yok edildiği haberler. Bu yüzden herkesden her seyden korkan bir nesiliz biz. Eşek kadar olup Üniversite'de konuşup söz almaktan korkarız, birinden hoşlanırız açılmaktan, hakkımızı aramaktan, maaşa zam istemekten veya işyerinde yüzyüze konuşup çözebileceğin konuları mail ile halletmeye çalışırız. Çünkü deliler gibi korkarız iliklerimize kadar hemde. Çünkü hayal kurduğumuzda; öğretmenimiz 'yine hayal alemine mi daldın' diye alay etmiştir. Konuşmuşsundur adın tahtaya yazılmıştır. Bizim nesil bu yüzden sorunlarını konuşarak çözemez. Ya zorbalaşır ya da yüzleşmekten kaçar.


  Peki hiç güzel şeyler olmadı mı? tabi ki oldu. Mesela sokaklarda elimizde yiyecek alıp çıkmanın ayıp olduğu öğretildi. Aç insanların olabileceği bu yüzden evde yemek yemenin daha doğru bir hareket olduğunu anlattılar. Şimdi ise insanların elinde kahve, sandviç geviş getire getire metrolarda yolculuk ediyor. Vahşi Kapitalizm bunu modernlik, gelişmişlik düzeyi olarak empoze ederken tüm değer yargılarımız birer ikişer vahşice sömürülmeye devam ediyor. Diğer hatırladığım güzel şey ise; bizden büyük öğrenciler abilik, ablalık yapardı. Ben Seren Serengil gibi bir dönemin kolejli familyasındandım. :) Anadolu'nun en ücra köşesinde tek katlı bir devlet okulunu da gördüm bütün hocalarının İngiliz olduğu Koleji de... Sanırım bu yüzden garip ve tutarsız bir kişiliğim var. Birçoğunun garip olarak adlandırdığı,özgür ruhlu ve gizemli kız. Kolejde iken ilkokul, ortaokul ve lise hep beraberdik. Ben ilkokuldayken bahçede oynarken lisedeki ablalar, abiler başımı okşardı. Şimdi biri başımızı ancak taciz amaçlı okşayabiliyor. Ne acı değil mi? Kantinde kalabalıkta tost almaya çalışırken lisedeki ablalar kendinden önce bize alırdı tostumuzu. Elimize verir sonra kendisine alırdı. Şimdi bu hareketleri görebiliyor musunuz diye sormayacağım. Cevabı hepimiz biliyoruz.


 Sonra ne mi oldu ÖSS denilen çoktan seçmeli sınav gerçeğinin sağlam yumruğunu yedik. Öyle bir geçirdi ki ağzımız, burnumuz yamuldu. Uzun yıllar da kendine gelemedi. Büyüdük iş güç sahibi olduk. İş yerinde kimseye güvenmememiz gerektiği, herkesin potansiyel düşmanımız olacağı ve her an ayağımızı kaydıracak, arkanızdan konuşan pislikler olarak tembihlediler. Bir yere gelmek için birinin üstüne basman gerektiği, çevrenin daima Amerikalarda okumuş iyi aile çocuklarından olması gerektiği çünkü Amerika'da okumak mühim meseleydi... Hem bizim için potansiyel tehlike olabilecekleri tembihlenirken diğer taraftan yükselmek için birilerinin ezilmesi gerektiği gibi tutarsız öğütler dinledik...Sevmeyi, aşık olmayı acı çekmek ve arabeske bağlamak olarak algıladık. Birine seni seviyorum diyemedik. Tam aşık olduk derken en ufak hareketinde sırtımızı dönüp gittik. Dedim ya biz kafası karıştırılmış, tutarsız kuşağız. Acıyın bize.


Selam olsun tüm sevip de kavuşamayanlara... Bağrı yanıklara... Hey gidi hey!